5 Ekim 2009 Pazartesi

Nobel Ödüllü Yazarlardan... Gabriel Garcia Marquez

Yıllar önce orta okul yıllarımda Yüzyıllık Yalnızlık adlı kitabın adını hep duyardım, ama bir türlü okumak için hamlede bulunmadığım için yıllarca sadece belleğime kazınan bir kitap adı olmaktan öteye gidemedi.
Ta ki bu sene bir arkadaşımdan kitap önerisi isteyene kadar. Son zamanlarda okuduğu ve sürükleyici bulduğu bir kitap önermesini rica ettiğimde, bana Yüzyıllık Yalnızlık kitabını getirebilirim sana, dedi. Kitabın adını duyduğuma çok sevindim ve artık gerçekten zamanının geldiğini düşündüm.
Kitabı elime alır almaz arka kapaktaki açıklamaları okudum, kitap yazarın gerçek hayatından, ailesinden esinlenerek yazılmıştı.
Kitap yazarın kendi ailesindeki isimleri birbirinin aynı olarak tekrarlanan birçok birey, toprak yiyen bir kızkardeş ve geleceği gören babaannesinin esinlenerek kaleme alınmış.
Kitabın ilk sayfasında sizi bir aile ağacı karşılıyor. İlk gördüğümde şaşırmıştım ama sonraki sayfalarda o sayfaya kaç kere dönüp kimin kim olduğunu hatırlayamadığımda baktığımı hatırlıyorum.
Olağanüstü, doğa üstü olaylar sanki sıradan olaylar gibi anlatılıyor kitapta. Aile Mocando diye bir fantastik kasabada yaşıyorlar, hatta soyun başı olan kişi bu kasabanın kurucularından. Yıllarca hükümetle, dinle vs. bağlantıları olmayan mutlu aileler yaşıyor, ta ki hükümet elini atana, kiliseler inşa edilip de rahipler atanana kadar...
O günden sonra kasaba hiç bir şey eskisi gibi olmuyor, tatlı-acı olaylar yaşanırken, yazarın da arka kapakta ifade ettiği gibi normalmiş gibi karşılanıyor.
Bu kitap 1982 yılında nobel edebiyat ödülü kazanmış. 27 sene bile geçse zevkle okudum kitabı ve yazarın diğer kitaplarını okumak üzere kendime söz verdim...

9 Eylül 2009 Çarşamba

Acıklı bir yaşam öyküsü-Uçurtma Avcısı



Elif Şafak'ın Aşk kitabını okuduktan bu yana elime öyle soluksuzca, bir çırpıda okumak isteyeceğim, elimden bırakamadığım kitap geçmemişti, ta ki arkadaşımdan Uçurtma Avcısı kitabını ödünç alana kadar. Yazarı Khaled Hosseini. Afganistan'da geçen bir çocukluğun Rusların eline geçtikten sonra Pakistan'da devam etmesi ve Amerika'ya kaçışı anlatıyor. Yazar Emir adlı Amerika'da yaşayan kişinin ağzından kitabı yazmış. Emir küçüklükten bu yana yazar olmak isteyen, çok güzel hikayeler yazan bir çocuk. Annesi onu doğururken öldüğü için onu hiç tanımamış, babası tarafından büyütülmüş. Evlerinde bir de Ali adında hizmetçileri var, Ali'nin oğlu Hasan ise Emir'den bir yaş büyük. Emir arkadaşları olmayınca hep Hasan'la vakit geçiriyor, uçurtma uçuruyor. Hasan çok iyi niyetli olmasına ve Emir'i her daim korumasına rağmen Emir ona o vefayı ve yardımı gerektiğinde yapmamanın ezikliğiyle yaşıyor hayatının geri kalanını.
Öykü çok akıcı olarak anlatılmış, olaylar acıklı olmasına rağmen anlatımda öyle duygu sömürülerine yer vermeyecek şekilde dozlanmış. Kitabın başlarındaki üzücü bir olayla sarsılıp sonuna kadar soluksuz bir şekilde sonucu bekledim. Bu kitabın bu kadar satmasından yola çıkarak yapımcılar ellerini boş tutmayıp filmini çekmişler. Filmini de kitap bittikten 2-3 gün sonra izledim. Her zamanki gibi kitap-film uyumu eksikleri olmasına rağmen genel öyküden çok uzaklaşılmamıştı.
Emir'in ve Hasan'ın öyküsü ibret verici ve sarsıcı ama mutlaka okunması gereken bir kitap. Keyifli okumalar dilerim...

28 Temmuz 2009 Salı

Dondurma Yazı!!


Dondurma sevmeyen kaç kişi vardır sizce? Ya da sıcak bir günde dondurmaya hayır diyebilecek?

Belki ben bir dondurma hayranı olduğum için zannetmiyorum ama öyle olsaydı tüm ülkelerde dondurma dükkanları dolup taşmaz veya her adım başına paket dondurmacı düşmezdi...
Dondurmanın serinletmenin yanısıra kalsiyum deposu olduğunu biliyor musunuz? Evet yanlış okumadınız, eğer sade dondurma yiyorsanız, dondurmanız bir bardak sütten daha fazla kalsiyum içeriyor demektir. Yani yoğurt, süt, peynir vs. gibi süt ürünlerini sevmeyenlere güzel bir haber... Önemli olan yediğimiz şeyde mutlu olmak değil mi?

Dondurma sevdası beni dondurma makinesi ve külah makinesine kadar götürdü. Evde kendi dondurmalarımı üretmeye başladım, tabii bu biraz zahmetli bir iş ve aslında çok da zevkli. Dondurma yapmadan önce, dondurmanın aslında ne kadar çok bakteri içerebildiğini bilmiyordum. Dolayısıyla, yaptığım kap sadece bir kez kullanılmalı, ardından hemen temizlenmeli, dolapta bekletilmeli gibi bir sürü iş var... Ama ne demişler, emek olmadan yemek olmaz!

Eeee, yukarıdaki resmi görüp de canı dondurma çekmeyen olmaz! Haydi bakalım dondurmaya:))

Sizin favoriniz hangisi?

8 Haziran 2009 Pazartesi

Mutfak'ta oyun izledik...


Geçtiğimiz Perşembe akşamı Turkcell Kuruçeşme Arena'da Çok Güzel Hareketler Bunlar'ı izlemeye gittik.
Bulunduğu konum gereği Kuruçeşme Arena çok isabetli bir seçim olmuş, boğazın yanıbaşında gece hayatını koklayabilecek bir yerde kurulmuş. Yalnız bir tiyatro izleyebilmek için oynayanların yüzlerini görmemiz, mimik ve jestlerini farkedebilmemiz daha öncelikli olmalıydı. Bu sebepten ötürü biz tribünlerde oturanlar ancak uzaktan izleyebildik. Ama yine de skeçler genel anlamda çok başarılıydı ve yüzümde tebessümden daha fazla etki yarattılar.
Gelen kişilerin yaş ortalamaları ilginç derecede farklılık gösteriyordu. Ama ülkemiz yaş ortalamasını göz önünde bulundurursak genç kesim Mutfak'ı izlemeyi çok seviyor diyebilirim.
Yalnız böyle yerlere gidildiğinde nedense geleni didiklemek gibi bir anlayış var insanlarımızda. Otoparka gittiğinizde normalde en fazla 5-10 TL alan yerler 20 TL'den açılış yapıyorlar ve park edilen yerler de çıkmaz sokak gibi bir binanın arka tarafı. İçerideki içkilerden söz etmiyorum bile. Bu gibi durumlarda nasılsa bu insanlar kriz mriz dinlemeyip buralara para ödeyip gelmişler, azıcık daha versinler ne olur ki diye fırsatçılık yapılıyor demek ki.
Allah'tan oyunun etkisi bayağı bir kaldı ki üzerimde, tüm bu olumsuz yanlar bir anda silindi kafamdan.
Ne demişler, bir kahkaha=bir kalem pirzola:))

24 Mart 2009 Salı

Orhan Pamuk tabularımı yıkan kitap: Masumiyet Müzesi


Çok zamandır okumayı planladığım, kütüphane alır almaz hemen internetten sipariş ettiğim bir kitaptı Masumiyet Müzesi.
Okumaya başlamam ayrı bir mutluluktu doğrusu. Başlar başlamaz da fena sardı diyebilirim. Çok uzun zamandır böyle akıcı bir kitap okumamış olduğumu hissettim ya da sanırım biraz romantik komedi film havasında olan kitabı hormonlarım sayesinde daha çok beğendim. Artık hangisinin ağır bastığını bilmiyorum ama çok güzel bir kitap deneyimi yaşadım.
Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı adlı kitabını en son lise ikinci sınıftayken okumuş, açıkçası belki de o kadar olgun olmadığım için anlayamamıştım. Daha sonra İstanbul kitabını okuyarak yumuşak bir geçiş yaptım yazarın kitaplarına...Sırada Cevdet Bey ve Oğulları var, ondan da gayet ümitliyim. Oldukça akıcı bir kitap.
Gelelim Masumiyet Müzesi'ne... 1970'lerin İstanbul'u, Nişantaşı, Beyoğlu ve çevre semtleri, her kitap okuyuşumda yazarlara hayran kaldığım benzetmeler, betimlemeler, akıcı öykü, kurgunun inceliği beni kitaba bağlayan özellikler olabilir. Masumiyet Müzesi kitabını okumadan önce Orhan Pamuk'un mücadelesi çok anlamlı gelmiyordu, şimdi ben de Masumiyet Müzesi'ni ziyaret edecek ilklerden olacağımı biliyorum.
Yurtdışındaki müzeler sadece eski sanatçıların eserlerini değil, aynı zamanda yaşanmış hayatların, anıların ve onlara tanıklık eden eşyaların sergilendiği mekanları yansıtması düşüncesinden yola çıkılarak Çukurcuma'da müzenin temelleri atılıyor.
Bir ülke neden aydınlara sahip olmalılar? Çünkü Orhan Pamuk ve Sunay Akın (İstanbul Oyuncak Müzesi)gibi kişiler bizim hayal edemediğimiz şeyleri müze haline getirip sergiliyorlar, insanlara yaşanılan her anın değerli olduğunu ve onlara tanıklık eden eşyaların da bir o kadar değerli olduğunu bir kez daha hatırlatıyorlar...

13 Mart 2009 Cuma

Dot-Kürklü Merkür oyunun ardından...

Tiyatro Dot'un Kürklü Merkür oyununu en sonunda izleme fırsatı buldum. Oyun şimdiye kadar izlediklerimden çok farklıydı. Gerek sahnesi, gerek konusu gereği çok baskın bir etki bıraktı üzerimde...
Sahne Mısır Apartmanı 4.katındaki bir daire. Sahne yok, sandalyeler ve dekorla birleşik bir zemin var.
Oyunun konusu fütürist bir öyküden geliyor. Ama aslında çok da uzağa gitmemiş gibi. İnsanların ne yapacaklarını bilemedikleri bir çağda, ortaya çıkan kelebekleri içerek bağımlılık kazanmaları ve gerçek dünyayı unutmaları. Bir de tabii ki sapkınlıkları. Çok da "aman haydi canım" dedirtmeyen türden bir hikaye yani...
Oyun boyunca gerilim had safhada, sahnede olmayan öğeler bile varmış gibi hissediliyor. Oldukça dağınık bir dekor, zaman zaman gürültülü hareketlerle ödünüzü kopartma seviyesine getiriyorlar. Oyun erkek oyuncu ağırlıklı ve ses tonları da karakterlerine uygun olarak kalınlaşıyor. Her oyuncuyu gözlerim bir yerlerden ısırıyor ama tam olarak bulamıyorum nerede oynadıklarını daha önce...
Sahne tam olarak tahmin ettiğimiz sahnelerden olmadığı için oyunun başlangıcı sert bir Korn parçası ile bizi selamlıyor. Anlıyoruz ki bizi sert bir oyun bekliyor. Ama oyun saat 21.00'da başladığı için bence doğru bir seçim yapılmış. Parçanın bitmesiyle gerilim dolu (in-yer-face akımından geldiği için seyirciyi oyuna birebir katan) oyun başlıyor. Sanki kendimizi Elliot ve Daren adlı iki erkek kardeşin odalarında buluyoruz.
Geçmişle gelecekle bağlantı kurarak ne yaptıklarını, yapacaklarını bize gösteriyorlar. Oyun boyunca adrenalin had safhada bende. Oyun bittiği anda bile hala karnımdaki baloncuklar hareketli, hala öykünün içinde sıkışıp kalmışım gibi hissediyorum. Mısır Apartmanı'ndan çıkıp gerçek dünyaya döndüğümde ise, kendimi sanki oradan kurtarmışım gibi hissediyorum.
Etkisi öyle kolay kolay geçmiyor, gün boyu aklıma takılıyor sahneler... Hikayenin gerçekten de çok günümüze uzak olmadığını düşündükçe de tüylerim ürperiyor.
Bu izlediğim ikinci DOT oyunu. Oyun bende bu kadar derin etki bıraktığı için sonrasında düşünüyorum ki böyle giderse ben tam bir DOT fanatiği olacağım.
Oyuncuları ve yaratıcılarını da kendimce tebrik etmekten de kendimi alamıyorum...
Merak edenler için DoT'un web sitesi: www.go-dot.org

10 Mart 2009 Salı

Hoşgeldiniz...

Merhaba,

Daha öncelerde başladığım bir hobiydi aslında, ama maalesef bir türlü zaman bulup buralara yazamamıştım. Eskiden kalma günlük alışkanlıkları, artık gizliliğin çok da gizli olmadığı zamanımızda blog'lara taşıyoruz.
Aslında belki de kitap okumayı sevdiğim için belki de artık belli bir şeyleri ifade etme ihtiyacı duyduğum için buradan yazılarımı paylaşmak istedim.
Umarım herkesin hoşuna gider, zira kompozisyon derslerini sever, notlarını hiç sevmezdim...