31 Aralık 2012 Pazartesi

Yeni Bir Yıl Geliyor


Yeniler hep umut taşır insana.Yeni yıl da bizim için umut demek, daha iyiyi başarmak için daha çok çalışmak demek, hayatımızla ilgili kararlar almak üzere adım atmak demek
Yeni yıl bizi yaşama bağlamak için bir sebep daha demek
2013 yılının öncelikle sağlık getirmesini dilemek istiyorum. Sonrasında gelecek olanlar zaten sağlıkla birleşince anlamlı olacak. Mutluluk, başarı, huzur, birlikte olmak, dostluk, paylaşım, gezilecek yerlere ulaşmak, hedeflere ulaşmak, kariyer adımları ve daha nicesi var önümüzdeki yıl için dilek kesemde. Pandora'nın kutusunu olumlu anlamda açıp tüm dileklerimi ortaya dökmek ve gerçekleşsin diliyorum...


Mutlu seneler!

26 Aralık 2012 Çarşamba

Misafir Yazarlık

Misafir Yazarlık: Başka bir bloga misafir yazar olarak yazı yazma işlemidir. 

  • Misafir yazarlık ile diğer sitelerden gelen yazarlar sitenin güncel kalmasını sağlarlar. 
  • Yeni okuyucular ve takipçiler kazanırsınız. 
  • Misafir yazarlığın diğer faydalarından bahsedecek olursak, sitenize misafir olarak gelen yazar kendi sitesinin linkini yazının içerisinde belirterek sitesinin ziyaretçi sayısını arttırır. Böylece backlink kazanmış olur.

Misafir Yazınızı Nasıl Gönderebilirsiniz?
  • Yazılarınızı word formatında demirelyonca@gmail.com adresine gönderebilirsiniz. 
  • Yazılarınızda en az 1 adet görsel bulunmalıdır. Mailiniz geldikten kısa süre sonra yazınız   Olikia Diyor Ki'de yayınlanacaktır.
  • Yazınız özgün ve daha önce başka bir yerde yayınlanmamış olmalıdır.
  • Yazılarınızı genel konular çerçevesinde yazabilirsiniz.  Eğer bebek - çocuk konularda yazılarınızı paylaşmak isterseniz  Yonca büyüyor...  blogumda yayınlanacaktır.
  • Bugüne kadar Olikia Diyor Ki'de yayınlanan misafir yazıları görmek için Misafir Yazılar kategorisine bakabilirsiniz.

21 Aralık 2012 Cuma

Yılbaşı Coşkusu

Her sene Aralık ayının gelmesiyle bir sorgu süreci başlar. Öncelikle geçirilen yılın nasıl olduğu değerlendirilir, bu sene istediklerimizi yapabildik mi, gitmek istediğimiz yerlere gittik mi, ya da listemizi tamamlayabildik mi diye sorular belirir kafamızda.
Yeni yıla girerken bir yandan bunları tartarken bir yandan da yeni yıl listemizi hazırlamaya koyuluruz. Bu sene listemizde mutlaka sağlıkla ilgili bir madde vardır öncelikle. Ya kilo vereceğiz, ya kilo alacağız ya da mutlaka artık bu sene düzenli spora başlayacağız. İkinci olmazsa olmaz maddemiz bir yatırım aracı olabilir. Eğer henüz alınmadıysa, ayağımızı yerden kesecek veya ne zamandır istediğimiz, hayalini kurduğumuz araba bizim olmalıdır yeni senede. Yatırım aracının bir diğeri, hatta daha önemlisi ise evdir. Ev almak, ev alındıysa ödemelerini tamamlamak hedef listesinde başlarda yer alır. Listenin diğer maddesinde ise mutlaka gezilecek, görülecek yerler vardır. Bu sene o çok istediğimiz tatili yapmak isteriz. Bir diğer madde okul veya işle ilgili olur. Kariyer planları, mezuniyet planları başı çeker. Böyle böyle derken liste uzayıp gider. Listemizde çok nadir olarak, kendi özeleştirimizi yaparak kendimizi beğenmediğimiz taraflardan uzaklaştıracak hedefleri buluruz. Bu sene bardağı daha çok dolu görmeyi hedefleyebiliriz mesela.
Neden daha çok gülmeyi, kahkaha atmayı listemize eklemiyoruz peki? Haydi bakalım, kağıt kalem veya telefon, bilgisayar çıksın ortaya ve listeler hazırlansın... Hayat planlamak için var, planlar da bozulmak için. Ama olsun yine de hayaller olmadan insan yaşayamaz....
Herkese şimdiden mutlu, sağlıklı, huzurlu ve başarılı bir yıl dilerim.



20 Aralık 2012 Perşembe

Kadın Gözüyle Teknoloji: Akıllı telefonların IQ'su ne olmalı?

Bir kadın olarak zaten çantamda bir sürü nesneyle dolaşmak ve o ağırlıkları taşımak zorundayım. Hep bir önlem durumu, aman lazım olur düşüncesi buna sebep oluyor. Makyaj malzemesi, temizlik mendilleri, krem, bazen oje, dudak koruyucu vs. Hepsi ufak görünen bu nesneler birleşince çantamın ağırlığı kilolar mertebesine geliyor, hele bir de buna cep telefonunu eklersek.
Erkekler gibi işimiz kolay olsa, cebimize atıp çıkıverirdik dışarıya. Ağırlıkları hesaba katınca benim telefondan beklentim hafiflikle başlıyor. Bir de ince olması gerekir ki, en küçük çanta cebine girsin veya bir yerlere sığabilsin.
Bir kadının teknolojiden veya yüksek teknoloji sahibi üründen beklentisi nedir sizce?
Performans, hız, çok fonksiyonlu olması mı yoksa şık, hafif, uzun pil ömrüne sahip olması mı? 
İkinci tarafın ağır basacağını rahatlıkla söyleyebilirim. Erkeklerdeki teknoloji hırsının aksine bizde böyle bir durum yok. Şık olduğu sürece çok fonksiyonel olmayan telefonları yanımızda taşırız. Yalnız artık yeni nesil akıllı telefonlar pazarda yer edindikçe artık o hafiflik beklentisi yerini biraz daha fonksiyona bırakmış durumda.
Artık bir akıllı telefon bağımlısı olan ben aylardır bozuk olan akıllı telefonmla idare edip gül gibi yaşarken birden beni terk etti, bozuldu gitti. Yedek telefonum eski bir kapaklı telefon. Çok fonksiyonel, kendine göre şık, dayanıklı ve aslında bir telefondan beklenen her özelliğe sahip. Yalnız bir eksiği var: IQ'su çok düşük...
Benim artık telefondan beklentim dahi seviyesinde olmasa da orta düzeyde IQ'ya sahip bir akıllı telefon, zira iletişim çağındayız. Artık sadece telefonla görüşmek, mesajlaşmak yetmiyor, twit atmak, facebook'ta yorum yapmak, linkedin'de irtibatta olmak, instagramda resim paylaşmak iletişim anlamına geliyor. Sosyal medya bu kadar önemliyken de geride kalmak olmuyor, malum çağımız iletişim çağı.
Artık öyle bir zamandayız ki, akıllı telefonu olmayan kendi aklından da şüphe eder duruma geliyor...

16 Aralık 2012 Pazar

Kurtlarla Koşan Kadınlar

Dr. Clarissa Estes'in doktora tezi kıvamında vahşi kadın arketipine dair mitler ve öykülerle kadınları analiz ettiği kitabı henüz bitirdim.
Kitabın adı da içeriği gibi ilgi çekici: "Kurtlarla Koşan Kadınlar". Vahşi doğada kurtların davranış biçimlerinin aslında kadınlara benzediğini ve ikisinin de büyüleyici olduğunu düşünen yazar, kitapta kadınların iç dünyasıyla ilgili birçok kilit noktayı mitlerle ve öyküler yoluyla anlatıyor.
Yazara göre kadınların hepsi içinde bir vahşi kadını barındırıyor ve bu kadınlar kemik arayarak hayatlarına devam ediyorlar. 
Birçok hikayede kötü muamele gören kadınlar zekalarıyla, içgüdüleriyle, sevgileriyle, inançlarıyla evin yolunu buluyor.
Ruhların yalnız olduğunda kolayca kırılacağını, birlikten kuvvet doğacağını da yine hikayelerle anlatıyor.
Ruh ve tine ulaşmak için insanın evine doğru yolculuk yapması gerektiğini, psişenin önemini, erginlenme olmadan yeraltı dünyasından normal dünyaya geçemeyeceğimizi hikayeler aracılığıyla aktarıyor okura.


Kitapta Hilala Ayısı adlı zen öğretisinin yer aldığı hikayeden tutun da, herkesin bildiği Kibritçi Kız hikayesine, Külkedisi masalına çok benzer ilk örneklerinden biri olan Vasalisa'ya birçok hikaye bulunuyor.
Hikayeleri okurken derin anlamlarını anlayamadan okuduğumuzu fark etmemizi sağlıyor yazar. Hikayelerin analizleri sayesinde mitlerde kullanılan birçok metaforun varlığından, kullanılan motiflerden bahsediyor.
Sadece kadınların değil, kendini keşfetmek isteyen ve yaşamlarında bulunan kadınları anlamak isteyen erkeklerin de okuması gereken bir başucu kitabıdır. Keyifli okumalar dilerim.

15 Aralık 2012 Cumartesi

Platin Kural

Yakın zamanda okumuş olduğum bu kişisel gelişim kitabı, diğer örneklerinden çok farklı olarak hemen hayata geçirilebilecek, pratik bilgiler içeriyor.
Dr. Tony Alessandra tarafından yazılan bu kitapta 4 tip insan olduğundan, bizim de ana hatlarıyla mutlaka bir gruba ait olduğumuzdan bahsediyor.
Kişi tipleri ise şöyle: Yönetici, Sosyal, Arabulucu ve Düşünür.
Yönetici, görev odaklı, sonuca bakan, sürece odaklanmayan, işler halledilmeyince mutlu olmayan kişi tipini temsil ediyor.
Sosyal, bulunduğu ortama neşe veren, esprilerle, günlük hayat konularıyla konuşmaları canlı tutan, işin bitmesinden çok işten zevk almaya odaklanan kişi tipini temsil ediyor.
Arabulucu, bulunduğu ortamlarda tartışma olmasından kaçınan, hep orta noktayı bulmaya çalışanları temsil ediyor.
Düşünür ise işine odaklanan, ayrıntılarla boğulabilen kişiyi temsil ediyor.
Kitapta bu insan tiplerinin nasıl anlaşılacağını, kendimizin hangi gruba girdiği, bu grupların birbiriyle etkileşimi sonucu oluşan yeni tiplerden bahsediliyor.
Başucu kitabı niteliğinde bu kitap şimdiye kadar okumuş olduğum kişisel gelişim kitaplarından çok ayrı olarak hemen kendime katkıda bulunmamla fark yarattı.
İletişimin temel noktası, karşımızdakinin farkındalığını bilmek ve ona göre davranmak diyor Tony Alessandra. 
Ben de bu kitabın öğrettiklerinden yola çıktım ve iletişim stratejimi tekrar gözden geçirdim. Size de tavsiye ederim.

5 Aralık 2012 Çarşamba

Red Bull SoundClash Kanatlandırmaya Geliyor

2006’dan bu yana dünyanın çeşitli ülkelerinde, o ülkenin ünlü gruplarını çarpıştıran Red Bull SoundClash, Türkiye ayağını 14 Aralık 2012’de Küçükçiftlik Park’ta gerçekleştiriyor. Bir tarafta Ska’nın ustası Athena, bir tarafta Alternatif Rock müziğin devi MaNga, sizi müthiş bir müzik şölenine davet ediyor.


SoundClash’te 2 grup için 2 sahne kuruluyor, 4 raunt sürecek olan çarpışmanın sonunda sadece en iyi olan kazanıyor. İlk raunt “Cover Raundu”. Gruplar önceden birlikte karar verdikleri ünlü bir şarkıyı kendi tarzlarında yorumluyor. İkinci raunt olan “Devralma Raundu”nda bir grubun çalmaya başladığı şarkıya diğer grup devam ediyor. Üçüncü raund ise “SoundClash”. Gruplar kendi şarkılarını 3 farklı türde söyleyerek kendilerini gösteriyorlar. Her tarza hakim olmak önemli! Ve son müzikal raunt, “Joker Raundu”. Gruplar o ana kadar gizli tuttukları konuk sanatçılarını sahneye çağırarak son numaralarını yapıyorlar.

Heyecanı doruklarda yaşayacağınız soluksuz bir müzik çarpışması sizi bekliyor.

Konuşmaya dahil olmak için: #rbsoundclash’i takip edebilirsiniz.

http://www.biletix.com/etkinlik/NRDB1/ISTANBUL/tr
http://www.redbull.com.tr

Bir bumads advertorial içeriğidir.

15 Kasım 2012 Perşembe

Venedik'i Su Bastı


Aslında alışılmadık bir görüntü değil Venedik için. Ne de olsa kanallar şehri suya alışkın...
Fakat bu tarihin en kötü 6.seli olarak adlandırılıyor ve Venedik ciddi anlamda sular altında. İnsanların alışık olmasından dolayı pek bunu takmadıkları, aksine bu felaketi eğlenceli hale dönüştürdükleri anlaşılıyor. 
Ne diyeyim, medeniyet bu olsa gerek :)
Daha fazlası için aşağıdaki linkte tıklayabilirsiniz.




13 Kasım 2012 Salı

Böyle Buyurdu Zerdüşt

Şu an okumakta olduğunuz analiz Alman filozof Friedrich Nietzsche'nin felsefesini en iyi anlatan kitabın analizidir.
Kitap orjinal adında herkesin ve hiç kimsenin kitabı olarak adlandırılmaktadır. Edebi ve felsefi olan eser, Nietzsche felsefesini en iyi ifade eden kitabıdır.
Zerdüşt'ün kartal ve yılanını bırakıp yaşadığı mağaradan insanlar arasına inmesi ve onlara hayatla, tanrıyla, erdemleri üzerine hayatı anlatmasını anlatır.


Her bölümde belli bir konu üzerine eğilir ve bölüm "ve Zerdüşt böyle dedi" diyerek tamamlanır. 
Zerdüşt'ün hayata dair neredeyse her şey üzerine söyleyecek bir sözü vardır. İnsanın insanüstü kavramına geçmesi gerektiğini, bunun için erdemli olmasını, tanrının öldüğünü kabüllenmesini öğütler Zerdüşt.
Neredeyse her tür insanla karşılaşır ve olaylarla kişiler üzerine yorumlar yapar.
Felsefik olması bakımından zaman zaman zor okunabilen, ama mutlaka okunması gereken bir klasik olduğunu düşünüyorum.
Nietzsche felsefesinin derinliğini anlayabilmek ve aktarabilmek adına kütüphanenizde bulunması gereken bir kitaptır. Aslında kitap bittikten sonra da zaman zaman açılıp okunmalı ve dersler çıkarılmalıdır.
İyi okumalar dilerim.

12 Kasım 2012 Pazartesi

Blog yazmayı seviyorum

İlk günden beri blog yazarken çok mutlu olduğumu ve bunun bana çok iyi geldiğini itiraf etmeliyim. Blog adresimi alıp ilk yazılarımı yazarken aklımda bir düşünce vardı, o da "Kimse okumazsa ben okurum." idi. Yalnız içten içe internet dünyasına bağışlanmış yazıların hiçbir zaman bana özel olmayacağını, mutlaka okuyacak birilerinin olacağını biliyorum.
Zaman bana bu önsezimin doğru olduğunu gösterdi. Sosyal medya paylaşımları sayesinde ve birçok blog araçlarını kullanarak blog yazılarımı başkalarının da okumasını sağladım. 
Yazılarımı yazarken başkalarına faydalı olmayı hedefliyorum. Yaşadıklarımdan yararlanarak yazıyorum, çünkü insan ancak hissettiğini, yaşadığını, gördüğünü, duyduğunu, tattığını anlatırken rahat hisseder. Aksi takdirde başkalarının deneyimlerinden yola çıkmış ve kendimi ifade etmiş olmayacağımı düşünüyorum.
Okur yazar olmanın gerekliliklerinden biri yazıyla kendini ifade edebilmek. Maalesef günümüzde e-postaların artışı, insanların daha az zamana sahip olması, sosyal medya ve yüksek teknolojik ürünler sayesinde yazı yazma özelliğimizi giderek kaybediyoruz. 
Beğendiğimiz bir yazıyı kolayca beğen butonuna basarak beğenip geçebiliyoruz. Yorum yapmak bile çoğu zaman zor gelebiliyor insana. Okul sırasından sonra çoğumuz kalemle ilişkimizi iyice seyrekleştiriyoruz.
Böyle bir ortamda blog yazarak okuyuculara biraz da olsa düşünmeleri için fırsat vermek ve hatta mümkünse kendilerini ifade etmek için yorum alanı bırakıyorum. İsteyen herkesi bloglarıma bekliyorum. Ne de olsa ben blog yazmayı çok seviyorum...


11 Kasım 2012 Pazar

Londra Bulvarı

Londra Bulvarı, yazar Ken Bruen'in aynı adlı romanından sinemaya uyarlanmış. Senaryosu William Monahan tarafından yazılmış, yönetmenliğini de yine Monahan üstlenmiş.
Hikayesi ise şöyle:
Hapisten yeni çıkan Harry Mitchel, geçmişinden sıyrılmak ve temiz bir hayata yelken açmak ister. Ne var ki, geçmişi onun peşini bırakmaz ve Londra'nın ünlü mafya babalarından Gant'ın eline düşürür.
Bu sırada Mitchel, dünyaca ünlü güzel oyuncu Charlotte'un koruması olmak üzere teklif alır. 
Dilenci Joe'yla ayrı bir dostluk ilişkisi olan Mitchel, bir gün Joe'nun her zaman olduğu yerde olmadığını görür ve araştırması sonucu genç bir futbolcu tarafından öldürülmeye çalışıldığını öğrenir. Hastanede Joe'yu ziyaret eden Mitchel, bu olayun peşini bırakmayacağına dair söz verir.
Bir yandan Charlotte ile aşk yaşayan Mitchel'in başı mafya babası Gant'la beladadır. Gant, Mitchel'ın onunla çalışması için elinden gelen tüm yolları dener.
Mitchel, Charlotte ile Amerika'ya kaçmak üzere planlar yaparken bela onu çağırır ve üzücü bir sona doğru film biter. 
İngiliz filmlerindeki tipik mafya hikayesinin bir benzeri bu filmde karşımıza çıkıyor.  Bol küfürlü, saf İngiliz aksanı konuşmalar dikkat çekiyor. Oyunculuk gayet başarılı. Film sonunu merak ettirerek ilerliyor. Yer yer kanlı sahnelerin olmasından dolayı izlerken zorluk çektiğimi itiraf etmeliyim. 
DVD keyfine uygun bir filmdir, İngilizce küfür öğrenmek adına da izlenebilir...
Filmin imdb notunu görmek isteyenler lütfen linke tıklayınız: London Boulevard - imdb

10 Kasım 2012 Cumartesi

Fetih 1453

Fetih 1453 Türk sinema tarihinin en pahalı filmi. Yer yer sahneleriyle Yüzüklerin Efendisi, Braveheart ve 300 Spartalı filmlerini anımsatsa da sürükleyici hikayesi ve görselliğiyle izleyiciyi peşinden sürüklüyor.
Film 16 Şubat 2012'de vizyona girse de yeni izleme fırsatına sahip oldum. 
Film 672 yılında Mekke'de başlıyor. Daha sonra 1400'lü yıllara geçiyor ve Sultan 2. Murat'ın tahttan inmesiyle genç yaşta Osmanlı İmparatoru olan 2. Mehmet'in İstanbul'u - Konstantinapol - fethetmesi üzerine hikayesini anlatıyor. 
Gerçek hikayeden yola çıkmasından mı, senaryosunun güçlü yazılmasından mı bilemiyorum ama film sıradan Türk filmlerinin çok çok ötesinde.
Epey para harcanmış, film için özel platolar kurulmuş, bilgisayar efektlerinden kaçılmamış, kostümler özenle seçilmiş. 
İstanbul'u feth etmeye kararlı 2. Mehmet, babasının yarım kalan girişimini tamamlamak ve cihan padişahı olmak istemektedir. Tahta geldiği ilk günlerden itibaren tüm planlarını bu yönde yapmaktadır. Fakat Bizans İmparatoru Konstantine de 2.Mehmet'in girişimleri karşısında Avrupa'dan ve 2. Mehmet'in kardeşinden destek alarak ilerlemektedir. 2. Mehmet'in çok güvendiği adamları ona tam destek vermektedir, bunlardan biri de kılıç ustası - daha sonra Ulubatlı olarak da adlandırılacak olan - Hasan'dır. Hasan, 2. Mehmet'in fetih öncesi hazırlık için tuttuğu top ustası Urban'ın kızı Era'ya aşık olur. Film ara ara bu aşk hikayesine yer verse de izleyiciyi sıkmıyor. 
Hikaye bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğu'nun zaferiyle sonlanıyor. 
Geriye Fatih Sultan Mehmet'in "Ya ben İstanbul'u alacağım, ya da o beni." sözleri kalıyor aklımda.
Film 2.5 saat sürüyor. Henüz izlememiş olanların rahat bir zamanlarında izlemelerini tavsiye ederim.Filmin imdb notunu merak edenler buradan bakabilirler: Fetih 1453 imdb

6 Kasım 2012 Salı

Turkuazoo - Yonca'nın İlk Akvaryum Gezisi

Geçtiğimiz hafta sonu Türkiye'nin ilk dev akvaryumu olan Turkuazoo'yu ziyarete gittik. Açıldığı günden beri niyetlenmemize karşın bir türlü ziyaret etme fırsatımız olmamıştı. Nihayetinde Forum İstanbul alışveriş merkezine vardık ve akvaryuma girmek üzere kapıdan giriş yaptık. Dikkatimi çeken ilk şey ziyaretçilerin arasında bolca yabancı turist bulunmasıydı.



Biletlerimizi aldıktan sonra ilk yönlendirme sonrası kendimizi fotoğraf alanında bulduk. Oyuncak köpekbalığına doğru bakıp şaşırmamız gerekiyordu. Yonca ile bu biraz zordu açıkçası. Çok başarılı olduğumuzu söyleyemem.




Girişten itibaren dünyanın belli bölgelerindeki göller, okyanuslar, denizler belirtilerek içlerindeki balıklar listelenmiş ve akvaryumlarda izlenebiliyor. Hepsi birbirinden ilgi çekici, hepsi birbirinden güzeldi.
Tabii ki en çok ilgi çekenler pirenhalar ve vatoz balıklarıydı. Vatoz balıklarının bulunduğu havuzdan geçerken akvaryum görevlilerinden birinin balıkları elleriyle beslediğini gördük. 


Köpekbalığı tüneli Avrupa'nın en uzun su altı tüneli. Tam 80 metre ve yolun sol tarafında yürüyen bir platform da bulunuyor. Böylece yavaş yavaş balıkları izleyerek tünelde ilerleyebiliyorsunuz. Tünelin çıkışında ise sizi kocaman bir köpekbalığı dişi karşılıyor.


Köpekbalıkları akvaryumun bir diğer ilgi çeken noktası. Hem tünelde, hem de daha sonrasında yavru halleriyle karşımıza çıkıyorlar.Köpekbalıklarıyla yüzme seçeneği de ziyaretçilere sunuluyor, cesaret isteyen bir durum tabii ki. Akvaryum gezimiz için kaçırılmaması gereken, harika bir deneyim diyebilirim.
Size de tavsiye ederim.
Ziyeret etmek isteyenler için aşağıda websitesinin adresini veriyorum.

3 Kasım 2012 Cumartesi

Blogum Dergisi'ne Konuk Olduk!


Online okunabilen ilk ve tek blog dergisi olan ve her renge hitap eden Blogum Dergisi'nin Kasım 2012  sayısında biz de varız. Biz derken Yonca ve benden bahsediyorum tabii ki :)
Rahat okunabilen, içerik olarak zengin ve geniş çerçeveli olan bu dergiyi ve yazılarımızı okumak isterseniz aşağıdaki linklere bir tıklamanızı tavsiye ederiz.


Bond Hızında Telefon!


Sony™ Xperia akıllı telefon serisinin en yeni modeli Xperia™ ion, Ekim ayında Avrupa ile aynı anda Türkiye’de satışa sunuldu. Türkiye’de 2 Kasım’da vizyona giren Skyfall filmiyle lanse edilen Xperia Bond serisi üyesi Xperia™ ion, 42 mbps’ye çıkabilen mobil internet hızıyla dikkatleri üstüne çekiyor. Türkiye’de ulaşılabilecek en yüksek mobil internet hızını sunan Xperia™ ion, akıllı telefon kullanıcıları için fark yaratan bir deneyim sunuyor.

4,6 inçlik Mobil Bravia Engine teknolojisine sahip HD (720p) ekranıyla film izleme keyfini üst seviyeye taşıyan Xperia™ ion, entegre Fizy müzik uygulaması ile sınırsız müzik deneyimi sunuyor. 12.1 MP kamerası ile profesyonel fotoğraf makinelerine taş çıkaran Xperia™ ion, Full HD (1080p) video çekim özelliğine de sahip.


Xperia™ ion bağlantı özellikleriyle de fark yaratıyor. DLNA, MHL veya HDMI bağlantısı ile televizyon, dizüstü bilgisayar ve tablet ile anında bağlantı kurup, resim ve videolarınızı büyük ekranda yüksek kalitede görüntüleyebilirsiniz.

Avrupa’nın en prestijli tasarım ödülü olan 2012 Red Dot Tasarım Ödülü’nün de sahibi olan Sony Xperia™ ion James Bond’a yakışır teknolojik özellikleri şık bir tasarımla birlikte sunuyor.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

25 Ekim 2012 Perşembe

Bumerang Ödülleri 2012 Başlıyor!






20 bine ulaşan üye sayısıyla Türkiye’nin en kapsamlı, özgün ve kaliteli içeriklerini buluşturan Bumerang üyelerini ödüllendiriyor.
Yarışmacılar En Tarz Blog, En Çalışkan Blog, En Sosyal Blog, En Bilge Forum, En iyi Yerel Site ve En Uyumlu Site kategorilerinde yarışacak.
29 Kasım Perşembe günü yapılacak ödül töreninde en çok oy toplayan 10 site jürinin belirleyeceği 3′er finalist ile ödüllerini kazanacaklar.
Yarışmada ödül olarak kategori finalistleri birer Yeni iPad, sponsor süpriz ödülleri ve geniş kapsamlı basın duyuruları bekliyor.
Yonca'nın blogu "En Tarz Blog" kategorisinde Bumerang Ödüllerine başvurdu.
Tüm ziyaretçilerimizden desteklerini bekliyoruz.
Oy Vermek İçin Yapmanız Gerekenler:

1) Aşağıda ki OY VER butonuna basın…
Bumerang Ödülleri Oy Ver!

2) Açılan sayfada Cep telefonunuz yazan alana cep telefon numaranızı yazıp telefonunuza gelen doğrulama kodunu Doğrulama Kodu alanına girin
3) Son olarak OY VER butonuna basın.

Not: Doğrulama kodu talebi tamamen ÜCRETSİZDİR.

23 Ekim 2012 Salı

Bond, Sony ile İstihbarat Topluyor!


23. macerasına çıkan James Bond’un yeni filmi “Skyfall”, 2 Kasım’da vizyona giriyor. Bu sefer MI6 saldırı altında ve James Bond hem arkadaşlarını korumak, hem de M’e olan sadakatini kanıtlamak zorunda. Sen de gerçek bir Bond hayranıysan, Sony’nin sürükleyici sosyal medya oyunu “AjanS” bir hayli ilgini çekecek.

Sony, “Skyfall” lansmanı ile birlikte geçenlerde açıkladığı sosyal medya oyununun ilk görevini dün verdi. Bond’un zihni sinir alet edevatları olmadan sıkıntıya düşeceğini düşünen Sony, “4 ekran ile Bond’a yardım et” görevini açıkladı. Q’nun verdiği görevde 4 ekran olarak TV – Tablet – Akıllı Telefon ve Laptop düşünülmüş. Bu 4 ekranın nasıl kullanılacağı da kullanıcılara bırakılıyor.



Q’nun sorusu ise şu şekilde:

“Eğer sen olsan, bu 4 ekrandan hangisini seçerdin ve o ekrana hangi özelliği eklerdin?”

Sen de bir ekran seç, farklı ve Bond’un işine yarayacak bir özelliği Twitter’da #M1benyaptım hashtag’i ekleyerek paylaş. En çok retweet edilen ve Sony jurisi tarafından seçilen fikirlerin sahipleri, Bond’un güvendiği Sony Xperia Tablet S, Gala Gecesi davetiyesi ve Bond 50. Yıl Blu-ray seti kazanacak.

Bakalım gerçekten Bond’a yardımcı olabilecek zihni sinir bir yanın var mı?

Yeni görevleri öğrenmek için, #AjanS hashtag’ini takibe devam et.

https://www.facebook.com/SonyTR
https://twitter.com/Sony_Turkiye #AjanS #M1benyaptım

Bir bumads advertorial içeriğidir.

8 Ekim 2012 Pazartesi

Alıklar Birliği

Yine bir kitap analizi ile karşınızdayım.
Kitabımız ilginç bir özelliğe sahip: Amerika'da yaşamda olmayan bir yazara verilen ilk Pulitzer ödülüne sahip.
Kitabın adı Alıklar Birliği. John Kennedy Toole'un ilk ve haliyle son kitabı. 30 yaşında intihar ederek hayatına son veren yazarın taslakları annesi tarafından yayınevine iletilir. Yayınevi editörü hanımefendiyi kırmamak adına yazılarını şöyle bir okur, fakat ilk sayfadan kendini beğendiren kitap karşısında fazla dayanamaz ve kitabın basımı gerçekleşir.
Alıklar Birliği hikayesi ve sevimli, bir o kadar obur ve ukala kahramanının peşinden sürüklenerek okunan zevkli bir kitap. Kahramanımız Ignatius Reilly üniversiteyi okumuş fakat bulduğu işlerde bir türlü dikiş tutturamamış birisi. Annesiyle birlikte yaşıyorlar ve annesinin eski bir Plymouth arabası var.
Hikaye Ignatius ve annesinin D.H.Holmes alışveriş merkezinde bir polisle yüz yüze gelmeleri sonucu başlıyor ve zincir olaylarla bağlanarak ilerliyor.
New Orleans aksanını başarıyla aktaran kitabın maalesef orijinal dilinde okumadığımdan Türkçe'ye çevrilmiş aksan farklılıklarıyla yetinmek durumunda kaldım.
Ignatius'un polis tarafından tutuklanmasına ramak kalmasının ardından annesiyle yaşadıkları bir deneyim sonrası iş bulması zorunlu hale gelir. Gazete ilanlarından görüşmeye giden Ignatius işinde de rahat durmaz ve insanların örgütlenmeleri konusunda teşvik etmeye çalışır.
Kahramanımız aynı zamanda güncesini de yazmakta, yaşadıklarını kitap haline getirmek için anlatmaktadır.
Tüm bunlardan yola çıkarak Ignatius'un aslında John Kennedy Toole olduğunu, yazarın kendi hayatını traji komik olarak, esprili bir dille anlattığını varsaydım.
Kitap içerik olarak doyurucu ve gayet akıcı. 
Okumak isteyenlere gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim.

2 Ekim 2012 Salı

Pozitif Olmak Üzerine

Geçen gün eşimin gönderdiği bir yazı bu. Çok beğendiğim için blogumda paylaşmak istedim. Yazar bilinmiyor.

Ben, sağlıklı ve mutluyum

Güzel ve iyi olanı görebiliyorum.

Negatif düşünceler ve inançlarla kendimi alçaltmayı reddediyorum.

Ağız dalaşlarına, karışıklığa, ve geçimsizliğe karışmayı reddediyorum.

Ne zaman kotu bir şey olsa, biliyorum ki ya kurban olmayı seçerim ya da ders çıkarıp, bir şeyler öğrenebilmeyi. Ve ben bir şeyler öğrenebilmeyi seçiyorum.

Ne zaman biri bana yakınarak gelse, ya şikayet etmelerini kabul ederim ya da onlara hayatin pozitif tarafını işaret ederim. Ben, hayatin pozitif tarafını seçiyorum.



İşe gidiyorum diye şikayet edebilirim ya da hevesle beynimi yeni günlere açarım.
 Yeterince arkadaşım olmayışının yasını tutabilirim ya da yeni iliksiler arayışına girişirim.
Güllerin dikenleri olusuna ağlayabilirim, ya da dikenlerin gülleri olusunu kutlarım.

Hayat seçimlerden ibarettir. Her olay bir secimdir. Olaylara nasıl tepki göstereceğinizi kendiniz seçersiniz. İnsanların ruh halinizi nasıl etkileyeceğini siz seçersiniz. İyi yada kotu bir ruh hali içinde olmayı siz seçersiniz. Kısacası: hayati nasıl yasayacağınız sizin seçiminiz!

Her sabah uyandığınızda sunu söyleyin kendinize: "Bugün iki seçeneğim var. Ya iyi bir ruh hali içinde olmayı seçerim ya da kotu. İyi bir ruh hali içinde olmayı ve hayatin pozitif acılarına odaklanmayı seçiyorum. Bugünün nasıl olacağı benim elimde. Bugünün nasıl olacağı benim secimim!"


15 Eylül 2012 Cumartesi

Limit Yok

Filmin orjinal adı da çeviriyle birebir aynı: "Limitless". Eğer beynimizin %100'ünü kullansaydık neler yapardık, bir düşündünüz mü? 
Daha ilk sayfasını dahi yazamadığı bir kitabı olan yazar Eddie Morra eski eşinin kardeşine rastladığında hayatı geri dönülemeyecek bir biçimde değişir. Bu rastlantı öncesinde kız arkadaşı tarafından terk edilmiştir Eddie.  1,5 saat evli kaldığı eşi Melissa'nın kardeşi Vernon Eddie'ye çok etkili bir haptan bahseder. Hap satışa sunulmak üzere denenmektedir. Beyninin %100'ünü bu hapla kullanabileceğini vaat eder ve Eddie'ye denemesi için bir sihirli haplardan bir tane verir. Eddie ilk önce pek razı olmasa da hapı ve Vernon'un kartvizitini alarak oradan uzaklaşır. Ne var ki, Eddie hapı dener denemez kitabını bitirecek ve yayınevine teslim edecektir. Bu etkiyi yaşadıktan sonra Eddie Vernon'un kapısını çalar ve haplardan daha fazla ister.
Eddie hapı kullandıkça yatırım sihirbazı haline gelir ve zengin yatırımcıların dikkatini çeker. Bunlardan biri de Carl van Loon'dur. Eddie'yi yatırım danışmanı olarak işe alır. Eddie artık hapsız yaşayamaz olmuştur. Tabii bu kadar etkili olan hapın yan etkileri de vardır. Günden güne daha rahatsız edici şekilde ortaya çıkan yan etkilerle de boğuşmak zorunda kalan Eddie, bir gün takip edildiğini fark edince soluğu eski sevgilisi Lindy'nin yanında alır.
Eddie günden güne güçlenmektedir, aynı zamanda etrafı da her geçen gün tehlikelerle dolmaktadır.
Film konusu itibariyle merak uyandırıyor. Herkesin hayalinde olan bir şeyi yapan bir adamı izledikçe hayranlık duyuluyor.
Yazar Alan Glynn'in çok satan ilk romanından uyarlama olan bu filmin yönetmeni de The Illusionist filminin de yönetmeni olan Neil Burger. Film uluslararası film veri tabanı www.imdb.com'da da 7.3 puan almış.
Farklı senaryosu ve ilgi çekici konusuyla beni izlemeye teşvik etti bu film. Evde DVD keyfine dahil edebilirsiniz.
Keyifle izleyiniz.

13 Eylül 2012 Perşembe

Blogunuzu PDF Haline Getirmek İster misiniz?


Olikia'nın blogunun PDF hali için aşağıdaki Slideshow'a bakabilirsiniz.

11.09.2012 Olikia diyor ki...
Merak edenler için blogunuzdaki resim ve yazılarınızı PDF formatına dönüştürmek için yapmanız gereken buraya tıklamanız yeterlidir. 
Blogger için yapmamız gerekenler:
         Ayarlar / Diğer / Blog Araçları / Blogu dışa aktar'a basıp
         XML dosyasını bilgisayarınıza indiriniz


XML Dosyası Nasıl PDF'e Dönüşür:

BlogBooker linkini tıklayınız. Açılan sayfadan üsteki seçeneklerden sol baştaki PDF formatına tıklayın. Ardından, açılan sayfadan Blogger'ın üzerine tıklayın. Tekrar açılan sayfadan, *Blogger XML Export yazan boşluk içerisine XML dosyanızın bilgisayarınızdaki yerini gösterin. *Blog URL yazan boşluk içerisine blogunuzun adresini yazın veya yapıştırın. Açık sayfada bulunan diğer seçenekleri tercihinize göre değiştirir, ya da değiştirmezsiniz, size kalmış. 
Paper Size: seçeneğinde A4'ü seçin. Features: seçenekleri kitabınıza neyi dahil edilip edilmeyeceğini belirler. Oradan, Footnoted Links yazan yerin işaretini kaldırın. Eğer her kaydın yeni sayfada gözükmesini istiyorsak New page (for each entry) seçeneğini işaretleyin. Bu seçenekleri işaretledikten sonra, Create your BlogBook yazan yere tıklayın. Bir süre bekleyin, hazırlanan blogunuza ait PDF formatlı dosyayı bilgisayarınıza indirin. Dosyayı açmanız için, Adobe Reader'ın bilgisayarınızda kurulu olması gerekiriyor. Kaynak

PDF Dosyası Bloga Nasıl Eklenir:

Scribd.com  bir e-book kütüphanesi diyebiliriz. Sınırsız her türden e-book kaynağına ulaşmak için  harika bir servis. Youtube'nin bir farklı versiyonu. Scribd word, pdf, text gibi bir çok yazı programını destekleme özelliği sayesinde bu tür dosyaları siteye yükleyip diğer kullanıcılarla paylaşabiliyoruz. Embed kodlarıyla bu dökümanı sitenizde de pdf olarak paylaşabilirsiniz. Ayrıca yüklediğiniz dosya txt, docx, pptx olsa bile pdf olarak indirme özelliği de bulunuyor. pptx uzantılı dosyaları pdf'ye dönüştürmek için de kullanılabilir.  Kaynak

11 Eylül 2012 Salı


Olikia'nın blogu 11.09.2012 tarihi itibarıyla yorum formunda DoFollow link veriyor.

Bu arada DoFollow ve NoFollow kavramlarından bahsetmek istiyorum:






DoFollow: Google'ın uygun gördüğü link çıkışını veren sayfalardır. Yani tavsiye edilmiş link çıkışlarıdır. Arama motorlarına ben bu linke güveniyorum takip edebilirsin demiş oluyorsunuz.Bir bakıma arama motorlarına yardımcı olmuş oluyorsunuz.

NoFollow: Ben bu link hakkında olumlu bir şey bildirmek istemiyorum anlamına gelir.Yani bu link çıkışı kontrolüm altında değil demiş oluyorsunuz.

* Standart olarak bütün blogger kullanıcılarının yorum formunda verdiği linkler NoFollow'dur.

DoFollow'un Link olarak kullanımı:

Normalde bir html bağlantısı aşağıdaki şekildedir;
example
DoFollow ile bağlantı şu şekli alıyor;
example
Google pr değeri dofollow ile açılan siteye aktarılır, karşı sitenin pr değeri sizin pr değerinizden düşükse, iyi yönde etkilenir.


DoFollow'un Meta Tag olarak kullanımı:

Meta taglarına eklenen kod aşağıdaki gibidir;

6 Eylül 2012 Perşembe

Antalya'da Jaws Görüldü

Geçtiğimiz günlerde Antalya Konyaaltı Plajı'nda kurduğu açık hava sinemasında, 150 şanslı gencturkcell'liye deniz üzerinde Jaws filmi gösterimi yapan gnçtrkcll, organizasyonun başarıya ulaşması üzerine yeni arayışlara yöneldi. Gelen istekler doğrultusunda, bir sonraki gösterim için Rambo filmi üzerinde duran gencturkcell yetkilileri, açık hava sinemasını bu sefer Isparta Dağ Komando Okulu'nda düzenlemek için kolları sıvamış durumda.

"Atmosfer önemli"

Yeni projeleri hakkında kamuoyunu bilgilendirmek için basın mensuplarının karşısına çıkan gencturkcell etkinlik temsilcisi Mehmet Ali, Antalya'daki organizasyon için gelen olumlu tepkilerin kendilerini bu tip organizasyonları çoğaltmaya ittiğini belirtti. Filmlerin gerçeğe yakın atmosferde izlenmesinin seyirciler için 3 boyutlu sinemadan bile daha etkili olduğunu vurgulayan Mehmet Ali, "Jaws gösterimin ardından çok sayıda mail aldık. Top Gun filmini Hava Harp Okulu’nda, Batman filmini Batman ilimizde hatta Yüzüklerin Efendisi'ni Orta Dünya'da izlemek isteyen pek çok üyemiz oldu. Ancak biz en sonunda Rambo'da ve Isparta Dağ Komando Okulu'nda karar kıldık" diyerek, karar alma sürecinde yaşadıklarını özetledi.

 

Filme katılım şartları

Dağ Komando Okulun'da Rambo'yu izleme fırsatını yakalamak için üyelerin bazı şartları da yerine getirmesi gerektiğini vurgulayan Mehmet Ali, "Amacımız film gösterimi sırasında herkesin Rambo'nun neler yaşadığını en iyi biçimde hissetmesi" derken, katılım koşulları hakkında şu bilgileri verdi "Isparta'ya gelmek isteyen gencturkcelli arkadaşlarımız, öncelikle tam teşekküllü bir hastaneden alacakları 'askerliğe elverişlidir' raporu ile en yakın askerlik şubesine kayıt yaptırmak zorundalar. Ardından da 2 aylık bir eğitimden geçirilerek her türlü şartta film izleyebilir hale gelecekler. Umuyoruz ki, hepsi aslanlar gibi gelip filmlerini izleyip sağ salim evlerine dönecekler..."

“Devrecilik yok…”

Son olarak, organizasyonda kesinlikle devrecilik diye bir şeye yer olmadığını sözlerine ekleyen Mehmet Ali, "Bizde devrecilik yok, sıracılık vardır. Kim kampanyadan faydalanmak için daha önce sms atarsa, gelir paşalar gibi filmini izler" şeklindeki sözleriyle Rambo izlemek isteyenlere önemli mesajlar verdi.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

5 Eylül 2012 Çarşamba

Burgerde favorim: Egg&Burger

Normalde çok et düşkünü veya çok hamburger insanı değilimdir. Hatta yakın zamana kadar ergenlik çağımda çok yediğim fast food hamburger ve türevlerinden dolayı restaurant tipi hamburgere bile yaklaşamıyordum. Ta ki bu tabumu yıkan bir yer bulana kadar...
Teşvikiye Ahmet Fetgari Sokak'ta ilk açıldığında dikkatimi çok çekmemişti. İnternette mekan yorumlarına göz atarken rastladım. Diner denilen ufak lokanta kategorisinde çok iyi diye yazıyordu yorumda. Ben de merak ettim ve denemeye karar verdim.
İlk olarak eşimle bir Cuma akşamı gittik Egg&Burger'a. Haftanın yorgunluğunu atmak, evde yemek derdine düşmemekti birinci amacım. Restauranttan içeri girdiğimizde bizi güleryüzlü personeli ve işletmecisi ağırladı. Hemen gelen menünün ardından önerilerle kendimize burger seçtik.
Ben cheddar peynirini çok sevdiğimden özellikle burgerimde cheddar peyniri istedim, eşim ise rokforu tercih etti.
Burger öncesi başlangıç seçmiş olduğumuzdan kendimizi gelen nefis sosislere yumulmuş olarak bulduk. Başlangıçlar bitti derken bir de baktık burger vakti de gelmiş.
Çok da uzun olmayan bir sürenin sonunda gelen ve nefis görünen burgerlerimizi ve yanlarındaki jülyen doğranmış ve fritözde kızartılmış patateslerimizi güle oynaya yedik. Hem çok doyurucu hem de çok lezzetli bir deneyimdi bizimki.
Yenir mi demeyin, bir de üzerine bu kadar tokken güzel birer tatlı yiyelim dedik ve ev yapımı cheesecake'lerinden denedik. Bu "diner" da herşey bu kadar mı lezzetli olmalıydı...
Her gidişimizde biraz daha farklı tatlar denemeye çalışarak deneyimimizi arttırmayı amaçladık ama bazı zamanlarda her zamankinden yemek bize güven veriyordu.
Yolu Nişantaşı veya Teşvikiye'ye düşen herkese kesinlikle önerdiğim bir yerdi Egg&Burger, ta ki Etiler şubesini açana kadar. Şimdi Etiler tarafına giden ve karnını güzel şeylerle doldurmak isteyenlere tavsiye edebilirim.
Ben bu satırları yazarken başka bir şube daha açılmış. Göktürk şubesi de artık Kemerburgaz ve Göktürk sakinleri için vazgeçilmez bir mekan olacak buna eminim.
Son söz olarak alıntı yapmak istiyorum. www.eggandburger.com.tr adresinde yazan cümle:
"We don't serve fast food, we serve good food as fast as we can." Yani fast food değil ama iyi yemeği elimizden geldiğince hızlı sunuyoruz. Doğru söze ne denir?
 

 

24 Ağustos 2012 Cuma

Paris'te Gece yarısı

Paris'te Geceyarısı Yonca'nın doğumundan sonra izlediğim ilk doğru dürüst film diyebilirim. Bir seansta bitirememiş olsam da akıcı konusu ve samimi karakterleri sebebiyle hemencecik devam ettiğim bir film oldu.
Film Woody Allen tarafından yazılmış ve yönetilmiş bir romantik komedi.
Amerikalı ama nişanlısıyla Paris'e seyahate gelen ve Paris'i çok seven yazar Gil Pender (Owen Wilson), nişanlısının ailesi ve arkadaşları arasında kalmıştır.
Bir gece yarısı onlarla takılmak yerine şehirde tur atmayı tercih eder ve kilisenin çanları çalıp saat onikiyi gösterdikten sonra kendini eski bir araçla birlikte 1920'lerin Paris'inde bulur. Gittiği partide Cole Porter, Zelda ve Scott Fitzgerald, Ernest Hemingway ile karşılaşır. Ernest Hemingway'le sohbetinde yazmakta olduğu kitaptan bahseder. Ernest ona tüm kitaplarının Getrude Stein tarafından okunduğunu ve onun yorumlarına istinaden düzeltmelerini yaptığını anlatır.Gil ertesi gün kitap taslağını getirmek üzere Ernest ile anlaşır. Ernest ile görüştüğü kafeden çıktığında arkasına bakar ve gördüğü bir çamaşırhanedir.
Ertesi gün Gil, Getrude Stein'a kitap taslağını iletir. Orada Pablo Picasso ve sevgilisi Adriana ile karşılaşır.
Adriana çok alımlı bir genç bayandır ve Gil onunla çok iyi anlaşır.
Gil için gece yarısı Paris'in geçmişine yolculuk yapmak bir tutku halini almıştır. En sonunda nişanlısı ve ailesi de durumdan şüphelenirler.
Gil geçmiş Paris'e o kadar çok alışmıştır ki, her gece yarısı kilise çanları sırasında aynı yerde bekler ve arabaya atlayarak geçmişte yolculuk yapar.
Film harika müzikleri, Paris'in hoş atmosferi ve süpriz ünlü oyuncularıyla da ayrı bir tat bırakıyor. Adrien Brody, Carla Bruni, Kathy Bates ve Marion Cotillard gibi oyuncular filme renk katıyor.
Hoş bir DVD filmi. Evde sinema keyfi yaşamak isteyenlere kesinlikle tavsiye ediyorum.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Venedik'te Bir Yahudi

Steve Jobs'ın hayatını anlatan kitabımı bitirdiğimde kendi kendime söz vermiştim. Bu sefer akıcı bir romanla hızlı bir şekilde kitap okuma alışkanlığıma geri dönecektim. Zira kişisel gelişim tadındaki kitaplar benimle fazla zaman seyahat ediyordu. Evdeki küçük kütüphanemize göz gezdirirken bu kitaba denk geldim: Venedik'te bir Yahudi. Sanırım adı beni cezbettiği için bu kitabı almıştım zamanında. Venedik Taciri'nde olduğu gibi Venedik'i anlatan güzel bir kitap olsa gerek dedim.
Aslında Venedik'i bu kadar sevmemde balayımı orada geçirmiş olmanın etkisi olduğunu düşünüyorum.
Velhasıl kelam, kitabıma başladım. Kitap 1545 Venedik'inde geçtiğinden, Osmanlı İmparatorluğu dönemini de yansıtıyor.
Kitabın yazarının ilk kitabı olması bakımından biraz ilginç. Ama tecrübesizliğinin aksine çok akıcı bir anlatım ve dille benim gönlümü kazandı Roberta Rich.
Kitap Yahudi gettosunda yaşayan Hanna adlı kısır bir ebenin gece vakti kapısının çalınması ve soylu bir aileden olan Katolik kontun Hanna'dan eşinin doğumuyla ilgili yardım istemesiyle başlıyor. Yahudilerin Katoliklerin doğumuna girmeleri Haham tarafından yasaklanmış, ayrıca Katolikler için aynı şey geçerli.
Tüccar olan ve Malta'da şovalyelere esir düşen eşi Isaac'ı kurtarmak adına Hanna bu teklifi kabul eder ve bilinmezliğe doğru yol alır. Doğumda yaşanan zorluklar, Kont'un ailesi ile yaşananlar ve Malta'da Isaac'ın başına gelenler film tadında beni yakaladı ve kendimce iyi bir hızla kitabı bitirdim.
Klasik konulu bir kitap olmasına rağmen çok içtenlikle yazılmış ve sürükleyici anlatımıyla, olayların heyecanıyla sizi alıp o tarihteki Venedik'e götürüyor.
Kanaller şehrini sevenlere veya akıcı bir romanla kitap arşivini canlandırmak isteyenlere tavsiye ederim.

21 Haziran 2012 Perşembe

Dublörün Dilemması

Kitaplar konusunda pek yeniliğe açık değilim sanırım. Sevdiğim, bildiğim yazarların dışına çıkmak, hiç adını sanını duymadığım yazarların kitaplarını okumak pek adetim değil. Gerçi sohbetler sırasında öneriler üzerine kitap satın aldığım veya ödünç alarak o yazarı beğenmişliğim de vardır.
İşte Murat Menteş de karşıma bu şekilde çıktı. Arkadaşım Barış ile kitap alışverişlerimizde genelde karşılıklı olarak daha önce beğendiğimiz kitapları kullanıyoruz. Geçtiğimiz sene Eylül ayında doğum iznine çıkmadan hemen önce yine bir kitap alışverişi yaptık. Yeni bir kişisel gelişim kitabının sonuna gelmiştim ve sıra sürükleyici bir roman okumaya gelmişti. Sanırım Barış bana Alaycı Kuş serilerini getirmek üzere söz vermişti, fakat onu kardeşine verdiğinden bana bambaşka bir kitap getirdi ve ekledi: "Bu kitabı beğeneceğine çok eminim". Ben kitabı önce evirip çevirdim ve yazarının ismini okudum; Murat Menteş. 
Daha önce bu yazarı hiç duymadığıma kanaat getirdikten sonra, peki diyerek kitabı aldım. Doğum izni öncesi yoğun çalışma dönemimden dolayı kitabı layığıyla okuyamadım. İzne çıktıktan sonra doktor kontrollerinde sıra beklerken göz atmışlığımla kaldı kitap.
Doğum iznim sona ermesine yakın artık eski halime dönmem gerektiğine, tek okuduğum kitabın bebek gelişimiyle ilgili kalmaması gerektiğine karar vererek kitabı elime aldım. Kitabın adı Dublorün Dilemması.
Kitapta ana karakter Nuh Tufan'ın maskeler takarak başkalarının yerine geçmesi ve buna bağlı seyreden olaylar kişilerin ağızlarından anlatılıyor. Kitaptaki ilk dikkat çekici unsur isimlerin özenle seçilmiş olması. Dilara Dilemma, Nuh Tufan, İbrahim Kurban, Habip Hobodo (soyadını yanlış hatırlamış olabilirim), Ferruh Ferman.
Genel olarak Murat Menteş'in adı ve soyadına benzer uyum karakter adlarında da yakalanmış.
Nuh Tufan, ana karakter, albino bir dublör. Daha önceleri bir ajans kurup, Çöplük adında eski eşya satan mağaza kuruyor. Gazetelere ilan verip dublör arayan kişilerin derdine derman olmakla başına türlü olaylar geliyor. Eğlenceli, sürükleyici bir o kadar da öğretici öğeler taşıyan bu kitabı zevkle okuduğumu belirtmek isterim. Nuh Tufan'ın evinin Kuzguncuk'ta olması belki de beni bu kitaba bağlayan başka bir öğedir. Her karakterin ağzından bir bölüm anlatılıyor ve son bölümde olaylar toparlanıyor.
Bebek bezi üreticisi Ferruh Ferman, yerine geçmesi için dublör olarak Nuh Tufan'ı kiralar. Ferruh Ferman'ın metresi Dilara Dilemma ile zaman geçiren Nuh, onun aşık olduğu kız olduğunu anlayınca işine dört elle sarılır. Olaylar peşi sıra giderken beklenmedik gelişmeler Nuh'u tehlikeye atacaktır.
Soluk soluğa okunan bir polisiye roman olmasa da anlatımı ve kurgusu ile çok başarılı. Murat Menteş'i kitabı okunabilecek, takip edilmesi gereken yazarlar listeme eklemek ve sonraki kitaplarını da okumak istiyorum.